30 Aralık 2009 Çarşamba

HAYATA DAİR

Hayata dair pek çok şey anlatılır yazılır çizilir. Kimi kitaplara sığdıramazken kimi tek bir cümle ile özetleyiverir yaşamı. Kimine göre ince bir çizgi, kimine göre bir sınavdır yaşam. Kimi iki satır şiir karalar kimi resmeder. Kim ne yaparsa yapsın insanın yaşamı kendine özeldir, kendi yaşar içinde tüm güzellikleriyle ya da acısıyla. Sorunlar aşılmayacak gibi gelse de gün gelir bir anı olarak kalır anlatılıp bir tebessümle ifade edilir. Yokluk da zordur lakin bir tattır hayata anlam veren tıpkı varlık gibi…
Hayat öylesine değişken ki bize neler sunacağı belli değil. Kapılıp gidiyoruz onun çizgisinde. İnişli çıkışlı bir yol bir yaşam. Kendime baktığımda o çizgilerin öylesine belirgin olduğunu görebiliyorum. Biraz hüzün biraz da sevinç var. İçimde öyle bir his var ki gelecek günlerin güzel olacağını fısıldıyor bana... Yeniden doğmak ve yeniden sıfırdan başlamak her şeye… Kaybedilen her şeyi unutmak ve üzülmemek… Geriye bakmadan ileriye doğru yürümek, Düşüncesi bile hoş geliyor. Ya ardımdan sürüklediğim sevdiklerim ve onlara güzel bir hayat sunamazsam. İki beden benim gibi umut dolu ve heyecanlı. Ben ise biraz şüpheciyim her zamanki gibi. Şüpheyle bakıyorum… Korkunun etkisi olsa gerek. Keşke o korkuyu geride bırakabilsem. Evet, nice korkular geçirdim. Şimdi gülümseyerek baktığım o kara günlere… Ama şimdi daha yolun başında olduğumu ve önümde aşılacak çok fazla engelim olduğunun farkındayım. Eskisi gibi güçsüz değilim. Sapasağlam ayaktayım ve direniyorum.
Düşünüyorum da, sanırım en büyük korkumuz olduğumuz gibi görünmemek... Yumuşacık kalbimizin fark edilmesi, değişik yönlerimizin açığa çıkarmamak, cesaretsizliğimizin anlaşılması, korkularımızın paylaşılmaması, yani yapmak isteyip de yapamamak yada söylemek isteyip de söyleyememek gibi… Kabuklarımızın altında kendimizi saklamakta ne kadar da ustayız... Ve ne kadar güçlü korunuyoruz, kalkanlarımızın ardında. Hissedilmeden, el değmeden, sevgimizi göstermeden, istiridyeler, midyeler, Kirpiler ve kaplumbağalar gibi. Sahi koruyor mu bizi bu çatlamamış sert kabuk? Kimse incitemiyor mu duygularımızı, inançlarımızı, benliğimizi? Yoksa zarar mı veriyor bu ürkeklik, bu kabuk bize? Hissettiklerimizi gölgeliyor, yansıtmıyor mu gerçek kimliğimizi? Duygularımızı bastırıyor, el ele tutuşmamızı engelliyor mu? Eğer bir yıldız gibi ışıl ışılsam ve bir yıldız kadar parlaksam. Ne çıkar ateşböceği sansalar beni? Belki en hoyrat yürek bile ateşböceğinin o uçucunu, masumluğunu, sevimliğini, çocuksuluğuna el kaldırmaya kıyamaz? Anlaşılacağım ve bir ayna gibi yansıyacağım karşımdakine. O da çözülecek belki. Güven duygusuna bu kadar muhtaç olmasak. Kırılmaktan korkmasak, incinsek, yaralansak Ne olur bir darbe daha alsak. Yeniden açsak kendimizi, atabilsek o kabuğu. Denesek, risk alsak, yanılsak, tekrar tekrar bıkmadan denesek ve kucaklaşsak yeniden ne olduğunu anlayamadan geçiyor seneler.
Birbirimizi ne kadar özlediğimizi, neler biriktirdiğimizi, kaybolan değerlerimizi ne kadar özlediğimizi. Beraber geldik beraber gidiyoruz oysa. Vakit az, paylaşmak, sarılmak için. Yaşadığımız coğrafya zor, şartları ağır, Yüreği daha fazla küstürmemek lazım. Sırtımızda ağır küfeler ve her gün katlanıyor. Ve koşullar bir türlü düzelmiyor. Sevgiye ve hoşgörüye çok ihtiyacımız var. Ufukta kara bir kış görünüyor. Ancak birbirimize sokulursak atlatırız o günleri. Kırın o sert, o ağır kabuklarınızı. Kurtulun bu yükten. Korumuyor o kabuklar, aksine zarar veriyor bize. Yalnızlığa mahkûm ediyor bizleri…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder